26 Kasım 2009 Perşembe

Herkese İyi Bayramlar!!!

Anneciğim bayram tatlısını yapmış!!!
Nefis yemekler ve zeytinyağlı yaprak sarma bizi bekliyor!!!Mutlaka fotoğrafları yayınlarım:)
Herkese sevdikleriyle mutlu ve huzurlu bir bayram diliyorum...

24 Kasım 2009 Salı

Canım Anneciğim Öğretmenler Günün Kutlu Olsun!!!

Öğretmenler Gününüz Kutlu Olsun...

23 Kasım 2009 Pazartesi

Bol Bol Vitamin ve Brokoli Çorbası

Ne zamandır brokoli çorbası yapmak istiyordum. Yemek bloglarını gezdim bol bol, değişik değişik tarifler nefis çorbalar buldum. Karar veremedim en sonunda hepsini harmanlayıp kendi tarifimi çıkardım ortaya...
Malzemeler;
*500 gr brokoli
*1 küçük soğan
*2-3 diş sarımsak
*1 kaşık un
*1 tablet et suyu bulyon
*150ml. krema
*Zeytinyağı
*Az tuz
Brokolileri güzelce yıkayıp 7dk kadar haşladım.Soğan ve sarımsakları zeytinyağında soteleyip unu ekledim 1-2 dk kavurdum birlikte.Haşlanmış brokolileri de ekleyip çevirip, et suyu bulyonu 1 bardak sıcak su ile eritip,ekledim ve karışımı el blendırından geçirdim. Brokolilerin haşlanmış suyu ile birlikte kıvamını verdim. Kıvamını aldığında kremayı ekleyip 15dk kadar kaynadığında altını kapattım. 5 dk dinlendikten sonra sıcak servis yaptım. Mis gibi çorbamız hazır:)


18 Kasım 2009 Çarşamba

Güllaç...


Bloguma yazmayalı çok oldu galiba, bu kadar arayı açmak iyi gelmedi bana:(
Güllaç ile geri döndüm...
Ramazan biteli çok oldu biliyorum, nedense bu tatlıyı çok sevdiğim halde ramazan dışında pek yapmıyoruz,ama ben fazladan güllaç yufkalarımı alıp bugünü planlamıştım:)
Çok kolay ve çok sağlıklı, herkesin damak zevkine pek uymasada biz bayılıyoruz:)
Tarif zaten paketin üstünde o yüzden yazmıyorum ama ben mutlaka gül suyu ekliyorum ve mutlaka cevizli yapıyorum! Cevizler bahçeden:):):)
Bu arada yokluğumu farkeden arkadaşlara çok teşekkürler, blog arkadaşlığı güzel şey yaaaaa:):):)

6 Kasım 2009 Cuma

GDO

Mine G. Kırıkkanat



http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.aspdetay=GDO_cocuklari&tarih=06.11.2009&Newsid=269207&Categoryid=4&wid=122

Bir zamanlar, bizim sert Anadolu buğdayımız vardı. Ekmeklerimiz bugün ancak Avrupa’daki ekmeklerde bulabildiğimiz tok lezzette ve francalamız, Fransız bagetinin çıtır tadındaydı.Son yıllarda değerini anlayıp “al dente” pişirmesini nihayet öğrendiğimiz İtalyan makarnalarının en iyisi sert buğdaydan üretilir. Ama tam da biz makarnanın tadına vardığımız sırada kayboldu, tarihe gömüldü sert Anadolu buğdayı ve “al dente” pişirilecek diri makarnayı artık üretemiyor Türkiye... Yerine, sünger gibi ekmekler, kaynar suya atılır atılmaz ölmüş solucana dönen makarnalar, toz kıvamında, yoğunluksuz un veren ve zaten “tohumluk” vermeyen, dolayısıyla bir ekimden ötekine soyunu sürdüremeyen, çiftçiyi her yıl yeniden çokuluslu şirketlerin geliştirdiği tohumlar almak zorunda bırakan buğday cinsi ekiliyor Anadolu’ya...Bu çokuluslu şirketlerin en büyükleri, Monsanto, Cargill, Bung, DuPont, Syngenta ve Bayer adlarını taşıyor ve adlarından tahmin edebileceğiniz gibi, bazıları kimya ve ilaç sanayii devleri.
***Bir zamanlar, bizim içi sapsarı, sulu, lezzetli ve kütür kütür patateslerimiz vardı. Etli patatesin patatesi dağılmaz, haşlanmışı boğaza tıkanmaz, kızartması yumuşayıp bayılmazdı. Halen Fransa’da tam 12 çeşit patates ve birbirinden şiirsel adları var: Re Adası, Bonnotte, Ratte, Charlotte, Juliette, Pompadour, Chérie, Fontenay Güzeli, Amandine, Vitelotte, Roseval, Auvergne Mavisi. Oysa bugün Türkiye’ye taze diye küçüğünü, olgun diye büyüğünü yedirdikleri TEK çeşit patates, beyaz, unlu, tatsız ve dolayısıyla en adisi, isimsiz olanı...Kelle gibi Bursa şeftalilerimiz küçüldü, birbirinden lezzetli elma çeşitlerimiz üçe indi, zaten çoğu da ithal, biberlerimiz azmanlaştı, çekirdekli ve mis kokulu yerli muzu ara ki bulasın, domatesler tatsızlaştı, dantel gibi maydanozlar kereviz sapına döndü, zaten kereviz sapı da çalıya benzedi, etlere su şırınga ediliyor ki yumuşacık olsun, siz de dinlendirilmiş et yediğinizi sanarak et parasına suyla beslenin... Gıda emperyalizmine teslim olan devlet, gıda kodeksini değiştirdi, yoğurt üretimindeki yüzde 12 katı madde koşulunu kaldırdı, artık sulandırılmış sulu süte ithal süt tozuyla üretiliyor yoğurtlar. Türkiye, yoğurdun geleneksel tadını da böylece kaybetti. Hatta ağzı batılı taama alışanlar, “diyet” diye satılan bazı çeşitlerin domuz etinden elde edilen “ithal jelatin” katılarak sertleştirildiğini bilmeden, bu sütü bozuk ürünleri yağsız yoğurt diye yiyorlar...
***Türkiye’deki GDO tartışmalarını ibretle izliyor ve merak ediyorum: Ülkemizdeki istisnasız tüm mısır, soya fasulyesi üretiminin GDO ve “tohumluk vermeyen” topyekûn tohumların hem de yıllardan beri genetiği değiştirilmiş organizmalar olduğunu bu tartışmadan önce kaç kişi biliyordu, acaba?Yukarda saydığım GDO olmayan soysuzlaştırılmış sebze ve meyveler de yine insan eliyle laboratuarlarda yaratılmış “hibrid”ler zaten...Ülkemizde yerli tohumculuk bitirildi, geleneksel tarım bitirildi, hayvancılık bitirildi, sütçülük bitirildi, milyonlarca kişi işsiz kaldı, kentlere yığıldı, dünya kadar işlenmemiş toprak, istihdam yaratacak toprağa bağlı üretim sektörleri çökertilirken... En az alanda, en az insan gücüyle, en çok ürünü veren, dolayısıyla yoğun kimyasal ilaç ve gübre kullanımıyla toprağı ve tabii ürünü zehirleyen entansif tarım, gerek büyük, gerek küçük baş hayvanları “işkence” altında yetiştiren, dolayısıyla (özellikle tavuklarda) acı birikimi toksinlerin tüketilen etle birlikte insan vücuduna geçmesinin baş sorumlusu, sanayi hayvancılığı pompalandı. Bu entansif tarım ve hayvancılık politikasının sonuçlarını, kanser ve alerji hastalıklarının hızla artışında, giderek daha çok çocuğun neredeyse kanserle birlikte doğuşunda görüyoruz...Hepsi Batılı, ama hemen hepsi Amerikan ağırlıklı çokuluslu şirketler, özellikle tohumculuk alanında gelişmekte olan ülkelerin önce “tahıl” üretimini ele geçiriyorlar. Türkiye yönetmeliği beklemedi, çoktan teslim oldu GDO çocuklarına...GDO çocuklarının, tahıl ambarı ülkemize neler ettiği, gelecek hafta bu sütunda. (*) Telif hakkı arkadaşım Elif’e aittir!

GDO’lu diyet tarifleri...

Çok güzel yazmış paylaşmak istedim...


http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/12872471.asp?yazarid=249&gid=61
GDO’lu diyet tarifleri...
Haliyle panik halindesiniz... “Nasıl anlarız? Genetiği değiştirilmiş organizma yemekten nasıl kurtuluruz?” filan.
Şöyle...
*
Annaneniz öpülesi elleri parçalanırcasına, ovalaya ovalaya tarhana yaparken, siz, “Aman annane be, boş versene” deyip, marketten hazır çorba alıyordunuz ya... Annane rahmetli oldu ve siz, o tarhananın tarifini annaneden alıp, bir kenara yazmadınız ya... İşte o nedenle, siz, genetiği değiştirilmiş organizma yemekten kurtulamazsınız maalesef.
*
Ne verirlerse...
Onu yiyeceksiniz.
*
Kız evlat yetiştiriyorsunuz, en iyi okullara gönderiyorsunuz... Piyano çalıyor, İngilizce konuşuyor, Grammy alanları tek tek biliyor. Bilmeli... Ama alt tarafı limon, şeker ve su kullanıp, limonata yapmasını bilmiyor! Yoğurdu çırpıp, ayran yapamıyor, ayran... İşte o nedenle, kızınız, genetiği değiştirilmiş meşrubat içmeye mahkûm maalesef... Torunlarınız da.
*
Zahmet edip sütlaç yapmadığınız için, kek yapmaya üşendiğiniz için... İçinde ne olduğunu bilmediğiniz gofretleri, mısır patlaklarını kemiriyor sizin oğlan! Hamur tutmayı, şöyle mis gibi ıspanaklı bi börek yapıp, çantasına koymayı bilmediğiniz için, hamburger bağımlısı oldu. Tahin-pekmezi “köylü işi”, vıcık vıcık yağ fışkıran kremaları “modernite” sandığınız için, daha 10 yaşında ayıya döndü, yuvarlana yuvarlana yürüyor, tıkanıyor, merdiven çıkamıyor.
*
Size zor geliyor ama, zor mu evde yoğurt yapmak? İstanbul’un güneşi müsait değil, anlarım, zor mudur İzmir’de, Antalya’da, Adana’da evde salça yapmak? Şikâyet edip duruyorsun, içine katkı maddesi konuyor, zorla beyazlatılıyor diye... İster tam buğday unundan, ister çavdardan, hakikaten zor mudur evde ekmek yapmak? Bütün ailen kabız... Tonla para verip, abuk sabuk ambalajlı-meyveli saçmalıklardan medet umacağına, niye öğrenmiyorsun kabak tatlısı yapmayı?
*
Güya, çoluğunu çocuğunu düşünüyorsun, taze taze yesinler diye, pazara gidiyorsun... Eğri büğrü biberlere, doğal olduğu için tuttuğunda ezilen domateslere ağız burun kıvırıyorsun, hormonlu, tornadan çıkmış gibilerini alıyorsun... Ne işe yaradı senin pazara gitmen?
*
Kocanız da, bu satırları okuyup, size akıl verecek şimdi... Söyleyin ona, ukalalık etmesin, götürün aktara, hatmi çiçeğiyle zencefili birbirinden ayırt etsin, ondan sonra konuşsun!
*
Enginar, börülce, radika, cibes pişirmekten haberin yok; gazetelerin tiraj almak için kıçından uydurduğu kıçımın uzmanlarından fıldır fıldır brokoli tarifleri öğreniyorsun... Brüksel lahanası yiyerek mi AB’ye gireceğini sanıyorsun?
*
Çin’den bal getiriyorlar mesela... Taaa Arjantin’den, Meksika’dan bal getiriyorlar. Neymiş efendim, içinde genetiği değiştirilmiş organizma olabilirmiş falan... İçinde tavuk ibiği, maymun kulağı olmadığına şükredin! Ben iddia ediyorum... Kaşla göz arasında frankeştayn ürünlere kapıları açan arkadaşlarla, Amerikan çiftçilerinin avukatı profesörlerimiz, sırf karakovan balına sahip çıksa, Şemdinli’de, Pervari’de terör bile azalır, terör bile.
*
Uzatmayayım.Mutfak genetiğimizi kaybettik biz.
*
Elin adamı, mısırdan, soyadan, domatesten önce beynimizin DNA’sını değiştirdi!
*
Hurrraaa diye köyden kente göçerken, dışarda tıkınmayı şehirleşme zannettik. Ambalajlı ürün tüketmeyi, zenginleşme zannettik.
*
Dolayısıyla, ya kafayı değiştirip, özümüze döneceğiz... Ya da ne verirlerse onu yiyeceğiz.

5 Kasım 2009 Perşembe

GDO'ya HAYIR!!!




















GDO Nedir?
GDO (Genetiği Değiştirilmiş Oraganizmalar) kısaca genetik mühendisliği ile bir canlıya başka bir canlı türünden gen aktarılarak yeni bir canlı organizma yaratılması olarak tanımlanabilir. Gen aktarılan canlının DNA'sı değiştirilmekte, kendi türünde olmayan özellikler edinmektedir.
Canlılar dogal süreçler içinde de değişikliğe uğrarlar. Bugün gıda olarak yediğimiz bitkilerin hemen hemen hepsi, insanların müdahelesi ile ya da doğal süreçler sonucu gelişerek, bugünkü özelliklerini kazanmış, çeşitlenmiş, zenginleşmiştir. Ancak bu değişiklikler aynı türün farklı çeşitleri arasında melezlenmeler ile oluşmuştur. Doğada farklı türler arası genetik alışveriş yoktur. Bilinen tek örnek at ve eşeğin çiftleşmesinden olan katırdır, ki o da kısır bir hayvandır, üreyemez.
http://gdoyahayir.org/
RESİM http://www.flickr.com/photos/illuminating9_11/)

3 Kasım 2009 Salı

Kış Çayı...Taze zencefil!


Artık alışkanlık oldu...Hemen hemen her akşam demliyorum.
Afiyet olsun, tavsiye edilir...
Zencefilin Faydaları;
İştah açıcıdır,
Antiseptik özelliği kanın temiz kalmasını sağlar,
Mideyi düzenler,
Mide bulantılarını giderir,
Mide ağrılarında ve hazımsızlıkta iyi bir seçimdir,
Bağırsaklarda biriken ve atılamayan gazların kolaylıkla atılmasını sağlar(colic),
Solunum yollarını açar,
kanın yapısını daha akışkan hale getirir(ki bu kalbin daha rahat çalışmaı demektir)
Vücutta sıcaklık ve terleme meydana getirir.
Zencefil gerçekten iyi bir anti oksidandır(oksitleri temizler dışarıya atılmasına yardımcı olur)
Kalp ritminin düzene girmesini sağlar,
özellikle romatizmal rahatsızlıklarda bin yıllardır kullanılmaktadır.
Baş ağrılarını giderici özelliği vardır,
Uykuyu rahatlatır,
Kandaki kollesterolu diğer bir çok bitkiye nazaran daha fazla oranda düşürür,Bu ve buna benzer daha bir çok faydaları vardır zencefilin.

1 Kasım 2009 Pazar

Folyoda Lüfer veya Hamsi Buğulama ve Bol Salata...

Bu haftasonu bol bol balık ve salata ile geçirdik...Tam lüfer zamanıymış!Folyoda fırında pişirdim, malesef fotoğraf yok:( Birde iri hamsilerden aldım onuda torbada fırında pişirdim. Ben evde balığı sadece fırında yapıyorum, hem çok kolay, hem sağlıklı veeee en önemlisi biz bayanlar için temizliği kolay:)
Hamsileri temizlenmiş alıyorum zaten , bir güzel yıkadıktan sonra üzerine bol soğan, 1 kabuklu limon,bol maydanoz, biber,isteğe bağlı domates(ben bu defa tercih etmedim),zeytinyağı ve tuz ekleyip fırın torbasında pişiriyorum. Eeee havalar soğudu, hasta olmamak gerek!, bu aralar yediklerimize daha da bir dikkat etsek fena olmaz...